Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kelebekler uyurken # 1 #

Çatıdaki kiremitler...  Çocukluğum çan  ve ezan seslerinin karıştığı bir mahallede geçti, halende öyle ... Her pazar gibi bu pazarda  erken saatlerde   uyanmak zorunda kaldım , evimizin arka tarafındaki kilise sayesinde, bu bende hep büyük bir merak uyandırmıştır, ne zaman insanlar toplanmaya başlasa hemen  evimizin,  o tarafa bakan kömürlüğünün kiremitliklerine  boylu boyunca  uzanır geleni gideni izlerim. Kimsenin beni görmemesine dikkat ederim, çatıdaki kiremitlerlerden biri gibi hissediyorum kendimi bazen. Bazende, güvercin...  Hatta bazen olayı abartıp  yanıma    sepet bile hazırlarım içinde sandviç, kraker hatta çekirdek bile olur .  çok hoşuma gider   düşünce tarzları,   çok güzel kıyafetler giyiyorlar, bayram gibi.  İşte yine öyle sıradan bir pazardı benim için, ta ki onu görene kadar,  yıllardır bu  kiremitlikte kediler gibi   her pazar  kiliseye gelen insanları izlerim , ilk defa beni birisi fark etti ve bana öyle bir gülümseyişi vardı ki o kadar uzaktan beni na

Bir soru sorabilir miyim?

Sizce Aşk  ne renktir? Soruya ilk cevap benden olsun  bence, siyahtır Çünkü; gizler her şeyi içinde.  Üzüntüyü,nefreti,kızgınlığı,yokluğu, varlığı,dostluğu,çevreyi hatta kendinizi gizlersiniz. Açılım yaparsak Üzüntü= çok üzüldüğün anda bile sırf o üzülmesin diye ona yansıtmaz sın... Nefret= hiç sevmediğin yemekleri bile onun hatırına tadarsın,hatta hiç sevmediğin hoşlanmadığın ,başkaları yaptığında ıyy ben yapmam dediğin  tuhaflıkları yaparsın... Kızgınlık=o hiç olmaz ki ne desen sana mantıklı gelir,bir gülüşü nelerden vazgeçirir.. Yokluk= tek yokluk odur hayatında o olmazsa nefesinin ritmi bile değişir,para pul anne baba kimse umrunda değildir ki  o başkadır işte bambaşka... Varlık= o varsa her şey tamam,var oluş sebebi ,gözleri,gülüşü,elleri hatta mimikleri bile bambaşkadır,onun gibi kimse olamaz.o olamazsa yaşam olmaz...  Dostluk= onun hakkında kötü konuşan yada temkinli  yaklaşan senin dostun olamaz,onun hakkında en ufak kötü söz  söylüy

Şey...

Ne zengin bir  kelimedir ''şey'' bir çok olayı, isteği hatta duyguları bile onunla anlatırız. o kadar zengin bir kelime olmasına rağmen  o kelimeyi, kullananın dışında kimse o şeyin ne olduğunu tam olarak bilmez. Hele birde  ''şey'' kelimesinin yanına ''orada'' kelimesi gelirse tamamdır tam bir cümle olurlar, bütünleşirler. Artık bul bulabilirsen oradaki şeyi!... -kızım oradaki şeyi getirirmisin? -Anne nerede ve o ne? -Orada kızım, orada dediği şey;  diğer odada kapının arkasındaki süpürgedir, annne yorgundur ve yardım bekliyordur ve kızın  akıl etmesini bekliyordur bu bir tür  çaresizlik, yorgunluktan kaynaklı gerginlik şeysidir Birde olaylardan kurtulma şeysi vardır ki o başlı başına  bir komedidir. -Kızım neredeydin?  - Okul için şey lazımdı onu almaya gittim -kiminle gittin? -şeyle yaaa, a anne oradan  tabağı uzatsana,klasik laf değiştirme ortamın birazdan gerilecek olan havasını yumuşatma şeysi... -Aşkım  ,akşam

Ben küçükken...

Küçük bir çocukken öğrendim,ne kadar hırslı,azimli ve aynı  zamanda ne kadar sabırlı olduğunu,ilkokul dönemimde her 10 Kasım sabahı bahçeden özenle topladığım kasım patlarını okula götürürdüm, annem  çiçekleri toplamama yardım ederdi ,''inatçı bu patlar kopmak bilmiyor,bu gün bir başka açmışlar sanki,dişlerini fırçaladınmı,çorap var mı ayağında senin!'' diye söylene söylene  bıçakla keserdi. Annemde haklı Ata'nın karşısına öyle  berduş gibi gidilmez çeki düzen vermek gerek. Çiçekleri olan bütün arkadaşlarım getirir Büstü çiçekle süslerdik ,Büste bambaşka bir hayranlığım vardı Atatürk'ü görememiştim hiç ancak illa büst'ünü öpmek istiyordum. Erkenden gittim tören yerine benim gibi bir kaç çocuk daha vardı büst'ün hemen yanında çeşme ve yalağı vardı.Yalağın üstüne basıp uzanmaya çalıştım amaç Atatürk büst'ünü öpmek  arkamdan bir arkadaşım gelip  güya yardım edecek beni çekeleyince bende cumburlop suya... Yıllar sonra Zübeyde hanım annemizin bü

İçimdeki düşman

Bir delinin güncesi;  Bitirmek istediğimiz anda bitiremeyiz, hoşlanmasakta bazen  sineye çekmek zorunda kalırız.  Bana her dokunduğunda ellerindeki barut kokusunu  içimde hissediyorum, dudaklarıma,yüzüme dokunduğunda barut izini yüzüme bulaştırdığını hissediyorum.  omuzlarıma attığın ,sarıldığın kollarının kuvveti bana  üzerimde tonlarca toprak varmış hissi veriyor,aldığın her hediyen bana kırıntı gibi geliyor .  Bitmiş bir aşkın,sevginin kırıntılarını  masanın üzerinden örtüyle birlikte toplayıp balkondan aşağı silkelemek istiyorum!  Ben kimse için fedakarlık yapmamayı,yaptığımın fedakarlık değil  daha çok zarar olduğunu  içinden çıkılmayan olaylara sebebiyet verdiğini bir türlü  öğrenemeyeceğim. Çabaladıkça dibe batıyorum,konuşsam geveze, sussam kaprisli oluyorum, bunalınca sorunlu oluyorum.  Hayatımı benim adıma yaşama,bırak hatalarımla ben baş etmeyi deneyeyim. Olmuyor hiç bir şey yokmuş gibi ben hayatıma devam ediyor ,gözlerine baka baka sahte gülüşümü yüzüm

Maviye iz süren ''Hayallerinle gel'' demiş. Geldim:)

Ben o sabaha kadar kimsenin görmediği  güzellikteki tüylere sahip bir kuşa ait  tüylerden biriydim,   hepimiz pırıl pırıl rengarenktik,  sahibim gökyüzünde salınırken hepimiz heyecanlanırdık...  Biz bir bütündük.  O gün sahibimin hızlı manevrasıyla onun narin bedeninden  ayrılıp boşluğa düşmeye başladım, çok korkuyordum!  Yeryüzü nasıl bir şey  az çok biliyordum,  ama... Ben  daha önce hiç yalnız kalmamıştım, ''ne olacaktı şimdi bana!'' diye düşünürken birden kendimi bir ağacın dalları arasında buluyorum,  Ah! korkuyorum! İki küçük maymun, beni fark etti ve bana ulaşmak için yarış yapmaya başladı,  ikiside aynı anda  bana ulaştı.  Ben şimdi ne olacak bana ne yapacaklar diye  panik yaparken birden beni paylaşamayıp kavga etmeye başladılar.  Kavganın hiddeti birazda rüzgar beni olduğum yerden alıp savurdu ...  Kendimi birden serin sularda buldum, soğuktu, daha öncede ıslanmıştım,  helede kışın. Sık sık yağmur üzerimden geçerdi. sahibim, benim sayemde yağmur

Türk hoşgörüsü

Türk edebiyatı Vakfı'nın yayınladığı, Cemal Aydın tarafından kaleme alınan 'Taşa kazınan ihanet' kitabından ilgi çekici bir bölüm: Prof.Dr.İsmet Giritli bir kongre için İtalya'ya gidiyor.Orada kendisine bir Yunan ve bir Ermeni Profesör musallat oluyor.  Her öğle yemeğinde;''siz bizi 400-800 yıl sömürdünüz.Bizi ezdiniz!..'' diye Prof Giritli'yi taciz ediyorlar. Sonunda Giritli dayanamıyor ve kongre düzenleyicisi italyan profesöre durumu anlatıyor. İtalyan profesör '' bu gün öğle yemeğini birlikte yiyelim.'' diyor. Yemekte Yunan ve Ermeni profesörler  İsmet Giritli'ye yine taarruza başlıyorlar. İtalyan profesör Yunanlıya soruyor: -Siz kaç yıl Türk hakimiyetinde kaldınız? -400 yıl - Hangi dili konuşuyorsunuz? - Yunanca - Dininiz nedir? - Ortodoks Hristiyan Sonra Ermeni profesöre dönüyor:  -Siz kaç yıl Türk hakimiyetinde kaldınız? -800 yıl -Hangi dili konuşuyorsunuz? -Ermenice -Dininiz nedir? -Gregoryen Hristiya